Son dönemin en hararetli konusu olan terör, sıcaklığını korumaya devam ediyor. Zaten, “T.C. Başbakanının ‘aydınlarla’ görüşmesi”, “PKK’nın silah bırakması” ve nihayet yine bazı yerlerde meydana gelen “linç girişimleri” gibi gündem maddeleri bize göre terör, başbakana göre Kürt sorununun soğumasını engelliyor. Bu nedenle yaşanan tüm bu gelişmeler karşısında, PKK’nın imajının sarsılacağını düşünenler bile, mecburen köşelerinde bu konuyu irdeliyormuş gibi yapıyorlar.
Bu ‘aydın’ insanların yazdıklarından çok, bir gazetenin attığı manşet, çok daha ilgi çekici duruyor; “Tuzağa Dikkat!”. Aslında bu ve benzeri manşetleri çeşitli vesilelerle zaten atıp dururlardı. Şimdi biz soralım; Hangi tuzağa dikkat?
Haberde yorum sayılabilecek tek cümle şu; “Trabzon ve İzmir’de dün yaşanan linç girişimlerindeki benzerlikler, endişe verici bir manzara yarattı.” Bu cümleden sonra devam eden haberin hiçbir bölümünde, bahse konu ‘tuzak’la ilgili tek bir açıklama yok. Hani nerede tuzak? Vatandaşın anlama kapasitesinin bu tuzağın ne olduğunu çözebilecek kadar olduğunu düşünen bu işgüzarlar, yine aynı vatandaşa “tuzak” uyarısı yapıyor. Bu nasıl bir yaklaşım?
Bir yandan aklınca ‘aman dikkat edin kardeş kavgasına meydan vermeyelim’ diyor, öte yandan, T.C. Başbakanının ne idüğü belirsiz kişilerle yaptığı PKK görüşmesi ile iyice sabrı tükenen vatandaşı sakinleştirmeye çalışıyor. Bu sakinleştirme çabası kimin için? PKK ve yandaşları için mi? Yoksa T.C. Başbakanı olacak zata ve partisine yönelecek tepki için mi? İyi değerlendirmek gerek.
Biri çıkıp da, ‘Tuzağa Dikkat!’ manşetinin altında, Hülya Avşar’ın “mukaddes aile” yaşantısı ile ilgili haberin yer aldığı bir gazeteyi neden bu kadar ciddiye aldığımızı sorarsa, verecek pek makul bir yanıtımız da olmayacak gibi görünüyor. Ama yine de kurnazlık yapıp Türkiye’de en çok okunan 3-5 gazeteden biri olduğu palavrasına sarılabiliriz.
Gelelim ‘linç olaylarına’. Biri yine Trabzon-Maçka, diğeri İzmir-Seferihisar. Televizyonlardan görüldüğü kadarıyla, bayrak yakma girişimleri karşısında gösterilen tepkilerden de büyük bir tepki var. Çünkü ilkini bir kışkırtma olarak görenlerin sayısı, belki de daha fazlaydı. Ancak yaşanan bu son olaylar, herhangi bir harekete tepkiden ziyade, sabrın taştığının göstergesidir. Türk halkı artık, PKK ve terör ile ilgili hiçbir şeyi kaldıracak durumda değildir. Başbakanın yaptığı son girişimler, kendisine ve partisine yönelik terör destekçiliği imajını güçlendirdi. Devletin başında bulunanların teröre karşı bu yumuşak yaklaşımları halkı çileden çıkarttı ve tepkisini de bu şekilde göstermeye başladı. İyi de oldu. Çünkü, Türkiye’nin yıllardır yaşadığı terör ve ihanet sorununun adlandırmasını ‘Kürt Sorunu’ olarak yapanlar şimdi gördüler bir Kürt sorununun nasıl olacağını. Özellikle de Seferihisar’daki olaylarda. İşte onların istedikleri buydu. İşte onlara gerçek ve esaslı bir ‘Kürt Sorunu’! O insanlar belki de sadece Kürt oldukları, doğulu oldukları için linç girişiminin birer mağduru olacaklardı.
Zaman zaman dikkat çekmeye çalıştığımız bu durum, yavaş yavaş kendini göstermeye başlıyor. Türk, Kürde düşman oluyor. Ancak, devleti idare eden iktidar mensupları, hala Türkiye’yi, sadece kendilerinin sahip olduğu “derin sosyolojik bilgiler” ışığında, bir Türk ülkesi olarak değil, kendileri gibi Türkiyelilerin ülkesi olduğu tezini ortaya koyabiliyorlar. Bu açıdan bakıldığında ülkenin asli unsuru ortadan kaldırılıyor. Sevr’e gerek kalmadan ‘Türk’ yok ediliyor, Türksüz bir Anadolu yaratılmaya çalışılıyor. Peki buna kim hizmet ediyor? Din siyaseti yaparak iktidar elde edenler tabii ki. Eskiden sözde sol siyaseti yaparak nemalananlar gibi. Devleti idare etmekten çok, “eşsiz sosyolojik tespitler” yapan bu hükümet, neden bu değerli fikirlerini Fransızlara da kabul ettiremiyor? Özür dilerim, bir yanlışlık oldu ‘Fransalılara’ yazacaktım. Orada da mozaik yok mu? Orada da birçok etnik grup yok mu? Neden onların adı Fransız? Bizimki Türkiyeli? Yoksa dinen caiz mi değil Türk olmak?
Tüm bunları gören halk artık en küçük bir olayda dahi tepki gösteriyor. Bu tepkilerin bilinçli bir kışkırtma olduğu ileri sürülemez. Eskiden bu tepkiler tamamen teröre yönlenmişken, artık ‘Kürt’e ve Kürtlere karşı da yönelebilmektedir. İşte ‘Kürt Sorunu’ budur ve bu sorun, ülke için en ciddi tehlikedir. Ancak şu açıkça ifade edilmelidir; bu tehlike, şu anda teröristler lehinde gösterilerin rahatlıkla düzenlenebildiği şehirlerimizde de Trabzon ve İzmir’deki gibi tepkiler gösterilene kadar devam edecektir. Aksi tutumlar gösterildiği sürece, Türk halkının, güneydoğu insanına, Kürtlere tepki gösterme eğilimi varolacaktır. Bu eğilimlerin önüne, ‘Kürt Sorunu’ tanımlaması yaparak, teröristlere ve terör yandaşlarına siyasi mesajlar verilerek geçilemeyeceği de artık anlaşılmalıdır. İktidar koltuğunda yapılan bu fahiş hataların karşılığı olan oy kayıplarını, zorla %5’i bulan terörist yandaşı bir partinin oylarında aramak bir başka hatayı beraberinde getiriyor. Herhalde bu gibi olaylar, hükümete de gerekli mesajı vermiştir. Bugün o kişileri linç etmeye kalkan Türk insanı, yarın sandıkta, “linç öyle olmaz böyle olur!” diyerek AKP’yi linç edebilir. Bunun son örneğini daha 3 yıl önce yaşamıştık.
PKK teröründen bahsederken, bir başka teröre de değinmeden geçemeyeceğim. ‘Ermenisevici terörü. Eskiden ASALA teröründen bahsedilirdi. Bugünse bunlardan. Devletin üniversitesinde devletin verdiği olanaklarla Türk devleti ve Türk toplumu aleyhindeki sözde bilimsel toplantı kılıflı girişimlerin açılışını, nihayet bu memlekette başbakanlık bile yapan Dışişleri Bakanı Abdullah Gül yapacakmış. Ne kadar sevindirici. En azından kimin kime, kimin neye hizmet ettiğini, bu millet tüm açıklığı ile görme fırsatını bulacak. Aman ha! Kimse Trabzon veya İzmir’deki gibi, bu nifak yuvasını basmaya ve oradakileri linç etmeye kalkışmasın! Aman! “Tuzağa dikkat!”.
Hakan Cem Işıklar
NOT: 24-08-2005 tarihinde Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Namık Tan aracılığıyla açıklama yapan Gül, bu tür konferans ve benzeri toplantıları, “tez ve yaklaşımlarını anlatmak için bir fırsat olarak gördüğünü” belirtti. Konferans tarihinde ABD’de bulunacak olan Gül’ün, toplantıya katılamayacağı belirtildi. Ayrıca, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın, BÜ Rektörü Prof. Ayşe Soysal’a, ertelenmesine Avrupa’dan da tepkiler gelen konferansın, AB ile tam üyelik müzakerelerinin başlayacağı 3 Ekim’den önce düzenlenmesinin yararlı olacağını söylediği öğrenildi. (Milliyet gazetesi)