Son dönemde bu sayfadaki yazılarıma ara vermek zorunda kalmıştım. Artık yazılarıma kaldığım yerden devam etmek güncel olaylara ilişkin değerlendirme ve analizlerimi sizlerle paylaşmaya devam edeceğim.
Günün konusu nedir? Devlet!
Evet devlet! Konu devlet. Nereden bakarsanız bakın, neresinden tutarsanız tutun konu devlettir. Bu yaklaşımı koyu bir devletçi anlayışın tezahürü olarak değerlendirmektense, etrafımıza biraz geniş açılı bir objektifle bakarak detayları görmeye çalışabiliriz. Mesela bazı yazılarımda da belirttiğim gibi terörün son dalgası, hükümetle teröristi, vatandaşla orduyu yan yana getirmiştir. Terör, bilindiği gibi korku ve dehşet yaratarak devlet ve vatandaşı ya kendi safına çekmeye mecbur etmeyi ya da taleplerinin kerhen de olsa yerine getirilmesini sağlanmayı amaç edinir. Bu amaç doğrultusunda faaliyet yürütürken zayıf bir devlet ve korkak bir vatandaş yapısıyla karşılaşırsa işte bu, hem devlet için, hem de vatandaş için bir gerçek bir tehlike ve yaklaşan sonun başlangıcıdır. Peki Türkiye için böyle bir durumdan bahsedebilir miyiz? Maalesef bu soruya hayır diyemeyeceğim…
Son terörist eylemlerden sonra malum zihniyetin malum temsilcisi, terörü bu millete hoş göstermeye, haklı göstermeye çalışan sefillerle bir araya gelerek bu sorunu çözmeye çalışmıştır… Esasen bu, bir sorun çözme girişimi değil, devleti ve bölgede canını ortaya koyan ordu mensuplarını hiçe sayan bir seçim yatırımıdır. Bölge insanının teröre terör diyemediği düşüncesiyle, ne şiş yansın ne kebap diyerek yapılmış bir gösteriden öte bir davranış değildir. Zaten bu bunun karşılığını Diyarbakır gezisi sırasında gösterilmeyen ilgi ile almıştır. Ne terör destekçilerini yanına çekebilmiş, ne dincileri, ne de aklı selim sahibi Diyarbakırlıları. Seçim yalakalığı yapanlar ortada hıyar gibi kalmıştır. En azından görüntü bu değil miydi?
Anladılar ki durum kendileri açısından hiç hoş değil, bari evlatlarını bu topraklara feda edenlerin gönlünü alalım dediler. Onu da beceremediler. Teröristler boş durmadı. Bombalar patlattı. Pusular kurdu. Onlarca vatan evladı da bu hain ve şerefsiz eylemlerde kanlarını o topraklara akıttı. Kimi şehadete vardı, kimi de gaziliğe… Hüküm veren hükümet ne yaptı? AB safsatasını dillerine dolayarak milleti kandırmaya kalktı. Foyaları açıklanan her AB belgesi ile gün yüzüne çıkmasına rağmen oturdukları yerlerde geviş getirmeye devam ettiler. Utanma sıkılma hissetmeden haysiyetsizce pişkin pişkin sırıtıp durdular.
Devleti kurtarıyoruz diye, en kıymetli varlıkları yandaşlarına ya da aldıkları talimat gereği yabancı sahiplerine terk ettiler. Yapılan itirazları devletçilik diye niteleyerek aşağılama yarışına girdiler. Bilmediler mi ki devletçiliğin, hani artık çok sevdikleri Ata’nın ilkelerinden biri olduğunu? Bilmez olurlar mı? Bilirler bilirler… Ancak AB ile el ele vererek Ata’nın resimlerini devlet dairelerinden indirmeye kalkanlar da bunlar değil mi? Bata bata Ata’nın resimleri battı ki, daha iktidarının baharındayken, Meclis’te bile bu tartışmaları gündeme getirip AB’nin Atatürk resimleri ile ilgili icraatlarını ısındırmadılar mı milletin gözüne?
Devleti kurtarmak bunların eline kaldıysa; vah zavallı devlet, ne zaman elden gittin sen? Gitmediysen de gitmek üzeresin. Çünkü bu iktidarın devleti kurtarma anlayışı, devleti yok etmekten başka bir şey değildir! Devlet olmasa devleti ne güzel idare ederler değil mi? Ne terör kalır ne başka bela. İşte terör bu yüzden var! Hala öyle ya da böyle devlet olduğumuz için var… Kalan devlet kırıntılarından bile it gibi ürkenler, buna bile tahammül edemiyor. Bu yüzden de kudurtup kudurtup kuduz itleri salıyorlar devletin başına.
Şemdinli de, işte böyle bir şey. Kuduz itlerin serbestçe havladıkları, uludukları bir meydan oluverdi. Devlet varlığını hissettirmezse olacağı buydu elbet. ABD’den medet umarak el avuç açan sefiller, şimdi de yine aynı tarafların oyunlarına alet ettiler ülkeyi. Üç beş ajanın kurduğu düzeni PKK ve Türk Devleti arasındaki bir hesaplaşma olarak gördüler ve özellikle de orduyu suç işleyen bir örgüt durumuna düşürdüler. Durumu için için gülerek seyreden bazı yavşaklar soruyor tesadüf mü diye! Şimdi de biz soralım bakalım;
– Kuvvet komutanının bile tanıdığı asker, bu kadar acemi olabilir mi?
– Böyle bir eyleme giden biri, bu kadar malzemeyi yanında bulundurur mu?
– Bomba bırakan bir tetikçi, hıyar gibi olay yerinde telefon eder mi?
– Sözde vatandaşların eylemcilerin aracını aniden fark etmesi, tesadüf müydü?
– Olayın AB’nin ordu ile ilgili taleplerinden hemen sonra meydana gelmesi tesadüf mü?
– Bu olayla ordunun düşürüldüğü durum AB iddialarını doğrular nitelikte değil mi?
– Böylece sınır ötesi ve hatta sınır içi operasyonlar hepten zora girmedi mi?
– Sınır ötesi harekatı askerden başka kim istemişti?
– Asker, bu operasyonlar için neden oyalanmıştı?
– Bu oyalamanın sonucu Şemdinli olayları mıydı?
– Irak’taki Kürtleri üzmeyelim diye Türk ordusu mu feda edildi?
– Bu tezgahlar nasıl ve nereden kaynaklanıyor, destek alıyor?
– Hükümetin bu işte bir katkısı veya bilgisi var mıydı?
– Şemdinli’de ABD, Iraklı Kürtler ve AKP’nin etkisi nedir?
– Olay patladıktan sonra hükümetin başı neden yurt dışına kaçıyor?
Son olarak en can alıcı sorular;
– Bu olayın, PKK’nın bu ay itibarıyla başlatılmasını öngördüğü halk isyanı kararı ile örtüşmesi de mi tesadüf?
– Bölgede 15 Kasım’da düzenlenecek bölücü etkinlikler ile örtüşmesi de mi tesadüf?
Büyük gazetelerde tesadüfleri sorgulayarak devletin ve ordunun suçlu olduğunu ima eden soysuzlar bir de bu soruları yanıtlasın bakalım…
Not: Bu yazıda toplam 27 kez devlet kelimesi kullanılmıştır…
Hakan Cem Işıklar