ÖNSÖZ


KKTC Kurucu Cumhurbaşkanı RAUF RAİF DENKTAŞ

Sayın Işıklar’ın “Casus Belli” adını verdiği yapıtı, Türk-Yunan ilişkilerindeki sözde yumuşamanın nedenini araştırmak isteyenler için bulunmaz bir kaynak olacaktır.

Türk-Yunan ilişkilerinde zaman zaman bir “Kardak Kayalığı” nedeniyle bile iki ulusu savaşın eşiğine getiren bu konu, yine Türk-Yunan ilişkilerinde önemli bir sorun olmaya devam eden Kıbrıs meselesi ile yakından bağlantılıdır.

Yunanistan ve Kıbrıs Rum liderliği ikide birde Türkiye’nin AB adaylığını desteklediklerini açıklamaktadırlar. Bu destek, Türkiye’ye Kıbrıs konusunda baskı yapmak için kullanılmaktadır. Yunanistan’a göre Kıbrıs meselesi AB’nin baskısı ile Yunanistan’ın arzu ettiği gibi üniter bir devlet formülü üzerinden halledilirse, Kıbrıs’ın tümü, Türkiye tam üye olmadanAB üyesi olacak ve böylelikle 1960 Antlaşmalarının bir amir hükmü (Kıbrıs’ın Türkiye’nin üye olmadığı bir kuruluşa üye olamayacağı) ortadan kalkmış olacaktır.

Yunanistan’ın Dışişleri Bakanı Bakoyannis ve Kıbrıs RumLideri Hristofyas uzlaşmadan sonra AB üyesi Kıbrıs’ta garantilere gerek kalmayacağını şimdiden açıklamışlardır. Şimdiye kadar Ege meselesini ön plana çıkarmayıp Kıbrıs’tan Türkiye’nin çekilmesini bekleyen Yunanistan, Ege meselesini o zaman ön plana çıkaracaktır. Şimdilik korkusu, Ege’de yapacağı bir çılgınlığın cezasını Kıbrıs’ı tümüyle kaybedeceği düşüncesinden kaynaklanmaktadır. Ancak Türkiye, Ada’dan çekildiği an Ege’nin yolu açılmış olacaktır.

Kıbrıs’ın AB üyeliğini Enosis’in tahakkuku olarak gören bu zihniyetin, Kıbrıs mes’elesi halledilir edilmez, nelere gebe olduğunu hep birlikte göreceğiz.

Ege’de Casus Belli, bu nedenle hayati bir gerçektir. Sayın Işıklar’ı, bu önemli konuya ışık tuttuğu için kutlarım.

Saygılarımla,

Rauf R. DENKTAŞ

28 Temmuz 2008


Gazeteci SAYGI ÖZTÜRK

Ege’deki Türk-Yunan sorunları üzerine çalışmalarını sürdüren gazeteci dostum Hakan Cem Işıklar, ilk kez 2005’te yayınladığı ilk çalışmasını Türkiye’de hiç gündeme getirilmemiş belgeler ile daha da ilgi çekici bir hale getirerek genişletmiş.

Casus Belli adlı bu yapıtta özellikle, 1930’lu yıllarda Atatürk ve zamanın İçişleri Bakanı Şükrü Kaya’nın Ege adaları üzerindeki tasarruflarının anlatıldığı bölüm, insanı hayretlere düşürüyor.

Türk-Yunan ilişkileri konusunda adeta bir ders kitabı niteliğinde olan bu çalışmada Merhum devlet adamlarımızdan Bülent Ecevit ile İsmail Cem’in yanı sıra Şükrü Sina Gürel, Onur Öymen, Tuncer Kılınç’ın çarpıcı açıklamaları da önemli bir yer tutuyor.

Konuyla ilgili önemli isimlerden Ali Kurumahmut ve Deniz Bölükbaşı ile gerçekleştirdiği son röportajlarını da yeni kitabına alan Işıklar, pek çok gerçeği gün yüzüne çıkarmış. Hakan Cem Işıklar’ın yeni çalışmasında çok sayıda harita ve tablonun yer alması ise konuya bilimsel açıdan yaklaşmış olduğunu da göstermektedir. Bu niteliği ile, söz konusu çalışma ve 4 yıldır yayında olan www.casusbelli.org adlı internet sitesi, pek çok araştırmacıya da kaynak olmaktadır.

Avrupa Birliği sürecinde Yunanistan ile ilişkilerin bir kırılma noktası olabileceğini bilen herkesin bu kitabı okuması gerektiğini düşünüyorum.

Sanıyorum ki bu çalışma, özellikle de basın ve diplomasi çevrelerinde büyük yankı uyandıracaktır.

Saygı Öztürk

14 Ocak 2009


Yazar HAKAN CEM IŞIKLAR

Türkiye ve Yunanistan arasındaki sorunları ne tek bir başlık altında toplamak, ne de birbirlerinden bağımsız olarak değerlendirmek mümkündür. Bilinen veya düşünülenden çok daha karmaşık bir ilişkiler yumağıdır Türk-Yunan ilişkileri. İlişkilerin sorun olarak ortaya çıktığı nokta neresidir? Kıbrıs mı? Azınlıklar mı? Terör mü yoksa Ege mi?

Sorun, 1923 Lozan’la başlamış, 1947 Paris Antlaşması ile iyice su yüzüne çıkmıştır. Esasen sorun, tarafların her ikisi için de geçerli olan ‘haksızlığa uğramış olma’, ‘istenileni tam olarak elde edememe’ duygularıdır. Buna Yunan Halkı’nın Türkiye için, “Doğu’dan Gelen Tehlike, Barbar Türkler” ve Türk Halkı’nın Yunanistan için “Hain, Gaddar, Fırsatçı, Şımarık Yunan” betimlemeleri de eklenince, anlaşmazlığın ya da çatışmanın boyutlarını anlamak hiç de zor olmayacaktır.

Ancak bu noktada, iki halkın birbirine olan düşmanca hisleri üzerinde duruyor olmamız, mevcut gerginlik ortamının daha da derinleşebileceği ileri sürülerek eleştirilebilir. Belki de, sorunların sadece teknik açıdan ele alınmasında fayda görecek olanlar da vardır. Ancak Lozan, Montrö ve Paris Anlaşmaları’nda olduğu gibi, sorunların sadece teknik açıdan ele alınmasının, duygusal sorunlara yol açabileceği de düşünülmelidir. Tarih bizlere, iki ülkenin ilişkilerini incelerken, duygusallıktan uzak olmayı emretmiştir. Ama aynı tarih, iki ülke toplumları arasındaki düşmanca hisleri de besleyen tek gerçek olarak karşımızda durmaktadır.

İşte böyle bir durumda, hayallere kapılıp gerçekçilikten uzaklaşmadan, iki ülke arasındaki ilişkileri değerlendirebilmek için, en sağlıklı yollardan birini de, gazetelerde yayımlanan haber, yorum ve makaleler oluşturmaktadır. Kitabımızda sorunların başlıkları ve genel tanımlamaları dışında, bu gibi yayınlar geniş bir biçimde ele alınarak değerlendirilecektir.

Özellikle başta Yunan-Rum basını olmak üzere, başka ülkelerde yayınlanan gazetelerde yer alan Türk-Yunan ilişkileri ile ilgili haber, yorum ve makalelerden çok büyük oranda yararlanmaya çalıştık. Bu, bize ilişkilerin karşı kıyıda ve dış dünyada nasıl ele alındığını ve değerlendirildiğini başka bir gerçeklik ortamında gösterecektir.

Gazete haber ve yorumlarına göre bir dış politikanın belirlenemeyeceği açıktır ancak tarafların toplumsal ve siyasal bakış açılarını belirlemek açısından da, bu yönde bir çalışmanın, hayati bir önemi bulunduğunu düşünebiliriz.

İncelenen haber, yorum ve makaleler tam bir kronolojik çerçeve içinde değil, konulara ilişkin kronolojik bir düzenleme içinde bulunmaktadır. Bunu, konuların bütünlüğünün sağlanabilmesi ve anlaşılabilirliğin en üst düzeye çıkarılabilmesi için, bir gereklilik olarak değerlendirdik.

Burada belki de, “Basının tarafsızlığı nedir?” sorusunun cevabı, bir başka bakış açısıyla ortaya çıkacaktır. Yunan-Rum Basını’nın dönemsel yayın politikası çok önemli bir ayrıntı olarak görünmekle birlikte, kitabın ana konularından biri değildir. Bu konu üzerinde başlı başına ayrı bir çalışma gerektiği takdir edilebilir.

Kimi okuyucular, kitabımızda zaman zaman alıntı yaptığımız bazı aşırı Yunan-Rum gazetelerinin yayınları için “Bu fanatikler kimseyi temsil etmez” şeklinde düşünebilir. Ancak, özellikle 1944’ten itibaren bu tür aşırı yayınların, başta Kıbrıs konusu olmak üzere, açıkça Yunan-Rum dış politikasının en belirleyici etkenlerinden biri olduğunu asla gözden kaçırmamak da gerekmektedir. Yunan-Rum medyası ulusal konulardaki benzer tavırlarını göstermeye devam ederken, Türk medyası son dönemlerde genel olarak kimliksiz bir tavır içindedir. Bu kimliksizliğinin nedeni olarak da, “ütopik AB üyeliği”ne olan tutku göze çarpmaktadır.

Türkiye ve Yunanistan’ın kendi iç politikaları başta olmak üzere, diğer devletler ve uluslararası topluluklarla olan ilişkileri, iki ülke arasındaki meseleleri doğrudan ve dolaylı bir biçimde etkileyebilmekte, yön verebilmektedir. Örneğin Yunanistan’da bir dönem ‘Türkiye aleyhtarlığı’ seçim öncelerinin klasik tavırlarından biriyken, son dönemde ‘Türkiye ile yakınlaşma’ iç politikada oldukça çok söz edilen bir konu halini almış, bu şekilde halktan siyasi destek bile talep edilmiştir. Türkiye açısından ise, 1980 darbecilerinin çeşitli çıkar sağlama eğilimleri yüzünden, ABD ve NATO nezdinde verdikleri çeşitli tavizlerle, devamlı Türkiye aleyhinde tutum sergileyen Yunanistan’ın NATO’ya tekrar katılmasına ön ayak olunması gibi örnekler, yukarıdaki tezimizi güçlendirmektedir.

Tekrar başa dönecek olursak; iki ülke arasındaki sorun ya da sorunlar nelerdir?

Görünen sorunlar ve temel sorun olarak iki ayrı olgu ile karşı karşıya bulunmaktayız. Bu sorunlar elbette kendi içinde daha değişik başlıklar altında toplanabilir. Bunlar; Kıbrıs, Ege, azınlıklar şeklinde olabilir. Ancak burada esas olan, temel sorunun ne olduğunu ortaya koymaktır. Bu yüzden, önce bu sorunun yanıtını bulmak gerekir.

Kaçamak olmayan net yanıt: Ege’dir.

Geçmişten günümüze çeşitli biçimlerde Türklerle, Ceneviz, Venedik, Bizans ve daha başka ülkelerle bir sorun olarak ortaya çıkmış olan Ege, halen aynı derecede önemli sorunlara kaynak oluşturmaktadır. Yüzyıllardır paylaşılamayan bu bölge, 1923’ten sonra daha da karmaşık bir hal almış, iki yakadaki ülkelerden her biri, Türkiye ve Yunanistan, kendini bu konuda mağdur hissetmiştir.

Bu nedenle, iki ülkenin de üzerinde aynı derecede hak iddia ettiği bazı soyut ve somut gerçeklikler, mantığın bile kimi zaman kenarda bırakılmasına neden olmuştur. Aslında, Ege’de, uluslararası ilişkiler alanında sıklıkla kullanılan şekliyle ‘casus belli’, Türkçe deyimiyle de ‘savaş nedeni’ olan konular çok sayıdadır. Peki, Ege’de ‘casus belli’ler olduğu gibi kalacak mıdır? Türkiye AB’ye girmek için paralanırken, Ege’de ‘casus belli’ler ‘belli’(Savaş) halini alabilir mi? Yoksa ‘belli’ zaten var mıydı? Varsa nasıl sürdürülüyordu? Bu soruların yanıtlarını siz okurlarla birlikte arayacağız.

Önümüzdeki yılların adeta ipotek altına alındığı şu günlerde, pek gündeme getirilmek istenmeyen Ege’deki ‘casus belli’ ya da ‘casus belli’ler, belki de yine suları ısıtacaktır. İşte bu sular ısındığında nelerin olacağı veya olmayacağını sizlerin yorumlarına bırakmak için bu çalışmaya “Casus Belli” adını verdik.

Nitekim elinizdeki kitap ilk baskısına hazırlanırken, Nisan 2005’te TBMM Başkanı Bülent Arınç’ın gazetecilerle yaptığı bir sohbet toplantısında, karasuları konusunda Türkiye’nin casus belli tavrını değiştirmesi gerektiği yolundaki açıklamaları, Türk ve Yunan basınında ses getirdi. Türk medyasında haber olarak çok daha fazla yer bulan bu açıklamalar gazetecilerin köşelerinde, manşetlerdeki kadar geniş yer almamıştır. Genel olarak durum tespiti ile geçiştirilmeye çalışılan bu tartışma, Yunanistan’da çok olumlu bir adım olarak değerlendirildi. Ancak, Bülent Arınç’ın Dışişleri’ne danışmadan, bilgi almadan bu yorumu getirmiş olması, dönemin Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ü rahatsız etti. Bunun üzerine bir açıklama yapan Gül, Türkiye’nin bu konuda bir politika değişikliği içinde olmadığını belitti. Ancak, aradan geçen birkaç gün içinde Gül gelişerek değişen kardeşi Tayyip Erdoğan gibi, ağız değiştirerek Arınç’a destek verdi. Bu anlamsız siyasetin önümüzdeki süreci ne şekilde etkileyeceği ise, her geçen gün biraz daha dikkat çekici hale geliyor.

Bu tartışmaların yaşandığı o günlerde Türk basınında Arınç’ın açıklamalarını yorumlayan Radikal gazetesinden Murat Yetkin “’Casus belli’ yapıcı bir çıkış” başlığı ile yazdığı yazısında “…ortada ne tehditkâr, ne de kılıca sarılmayı gerektirecek bir durum var. …söylediklerinin Dışişleri ile işbirliği konusunda olup olmadığı ayrı sorun ama, bu ülkede Meclis Başkanı dış siyaset hakkında görüş bildiremez mi?” diyerek Meclis Başkanı’nı desteklediğini belirtiyor.

Benzer tavırları zaten sürekli gösteren Posta gazetesi yazarı Mehmet Ali Birand ise, bu konuda yapılacak muhtemel bir “jestin” yine “muhtemel” değerini ön plana çıkartıyor.

Birand;

“Normal koşullarda, Ege’de bir Türk-Yunan savaşı artık imkânsızdır. Bundan dolayı, Arınç’ın artık işlerliği kalmamış eski bir meclis bildirisini geri çekme önerisi son derece yerindedir. Böyle bir jestin sembolik değeri, tahminlerin ötesindedir.

Bülent Arınç, bugüne kadar birçok öneride bulunmuştur, ancak hiçbiri son “casus belli” önerisi kadar doğru, cesur ve yapıcı olmamıştır.

… Şimdi beklentimiz, Bülent Arınç’ın önerisini somutlaştırması ve AKP başta olmak üzere, barışa inanan grup başkanlarının 1995 yılındaki bildiriyi geri çeken yeni bir açıklama formülü bulmasıdır.” diyor ancak, tahminlerin ötesinde olduğu için olsa gerek, öngördüğü değeri ve bu değerin yol açacağı sonucu ortaya net olarak koymuyor.

Bu görüşlerin karşısında yer alan Oktay Ekşi ise, Hürriyet gazetesindeki sütununda Murat Yetkin’e de bir cevap niteliğinde olan “Usul Hakkında…” başlığı ile yazdığı yazıda, Meclis Başkanı Bülent Arınç’ı eleştiriyor:

“Öyle ya… Ülkenin hangi politikalarla yönetilmesi gerektiğine icra (yürütme) gücü mü, yoksa yasama organının başkanı olan zat mı karar verecek?

‘O da konuşsun… O da düşüncesini söylesin. Bunda ne var?’ dediğiniz zaman Kara Kuvvetleri Komutanı’nın ‘Bu hükümetin Irak konusunda bir politikası yok’ anlamında sözler söylemesine itiraz edemezsiniz. ‘Kardeşim, sen askersin… Bu konunun yetkili ve sorumlu mercii hükümettir’ diyemezsiniz. Çünkü onun yaptığı -birinin sivil elbiseli, ötekinin üniformalı olması dışında- temelde ötekinden hiç de farklı değildir.

Tamam… Bugün Yunanistan’la ilişkilerimiz iyi… İnşallah yarın da iyi olur ve çok da gelişir. Ama olur ya… Bir gün bozuşursak ne olacak?”

Aynı şekilde karşı görüş bildiren gazeteci-yazar Ergun Göze, Halka ve Olaylara Tercüman gazetesindeki köşesinde daha da sert bir üslupla;

“Efendim, Yunanistan Meclis Başkanı Madam Bakoyani’nin Türkiye’yi şereflendirmesine (!) bu karar mani imiş. Bayan Bakoyani ikinci elden bu hususu bildirmiş. Sayın Arınç da bunu duyunca birinci elden alevlenerek buyuruyorlar ki, ‘Artık yeni bir devir açılıyor ve komşular arasında böyle şeyler olmamalı.’

Güzel de, Bayan Bakoyani niçin komşuluğu hiç düşünmüyor ve niçin, “Biz artık Ege’deki karasularımızı ve hava sahamızı 12 mile çıkarmaktan vazgeçtik. Yeni bir devir açılıyor, komşular arasında böyle şeyler olmamalı” demiyor? Niçin Türkiye’ye Batı Trakya’nın muhterem müftüsü Mehmet Emin Aga’yı da yanına alıp gelmeyi akıl etmiyor?

Buraya gelmesini bile bize satıp bedel mi ödetecek? Ama aferin Bayan Bakoyani’ye, ne kadar vatansever, ne kadar milliyetçi, ne kadar memleketini düşünüyor. İşte Meclis Başkanı böyle olur ve bir meclis başkanı böyle politika yapar. Darısı bize…” şeklinde yazıyor.

Verdiğimiz örnekler de göstermektedir ki Türk basınında ağırlıklı olarak “barış” üzerine kalem oynatanlar fazladır. Yunan basınında ise, Türk tarafından gelen ve Yunan politikalarını (Yunan ulusal çıkarlarını) tehdit etmeyen ya da destekleyen her adım, şiddetle desteklenmekte, aksi durumda ise adeta saldırgan bir tavır sergilenmektedir. Bu gözle bakıldığında, Türk-Yunan ilişkilerinde kamuoyu ve kamuoyu oluşturanların dengesiz bir şekilde, karşılıklı saf tuttukları görülmektedir. Türk medyası, ulusal çıkarlar konusunda uzlaşmacı bir tavır sergilerken, Yunan medyası tam tersi bir tavır içindedir.

Tüm bunlar ortada olduğu halde kitabımızın ikinci baskısı öncesinde yine bir AKP kökenli Meclis Başkanı Köksal Toptan, 23 Temmuz 2008’de Yunanistan Parlamentosu’na sözde “tarihi bir çağrı” yaparak “Karşılıklı olarak, iki ülke aleyhinde aldığımız kararları iptal ederek yeni bir sayfa açalım” dedi.

TBMM Başkanı Köksal Toptan Yunanistan Büyükelçisi Fotis Ksidas’ı kabulü sırasında “Madem Türk dostusunuz; önce komşu iki ülke arasındaki parlamentolar arasında bağ kuralım” teklifinde bulundu. Bu teklife “Ama ‘casus belli’ çok ağır bir karar” diyerek karşılık veren Ksidas’a, Toptan’ın verdiği cüretkar cevap ise dikkat çekici.

Yunan Parlamentosu’nun, Ermeni ve Pontus soykırımı iddialarıyla ilgili aldığı kararları kaldırması halinde TBMM’de alınan ‘Casus Belli’ kararının da kaldırılabileceğini belirten Toptan, “Ben bunu garanti ediyorum” diyerek Türk Milleti’nin tavrına ipotek bile koymaktan çekinmiyor.

Görüşmeden elde edilen perde arkası bilgilerde Toptan’ın Ksidas’a, İstanbul ve Atina’daki KEİPA(Karadeniz Ekonomik İşbirliği Parlamenterler Asamblesi) zirvelerinde bu çağrıyı Yunanistan Meclis Başkanı Dimitris Siufas’a iki kez yaptığını da belirterek, “Hatta geçen ay Atina’daki zirvede, “Ben Casus Belli’yi kaldırmayı garanti ediyorum. Siz de sözde soykırım kararlarını kaldırmayı taahhüt ediyorsanız hemen şimdi meclisinizi ziyaret ederim” dediği belirtiliyor. Toptan Ksidas’a ayrıca, “Yunan Meclis Başkanı bu önerime çok şaşırdı ve sadece ‘Bu siyasi bir karar’ diyebildi” derken, bu duruma şaşıran Yunanistan Büyükelçisi Fotis Ksidas da, “Önerilerinizi, Yunan makamlarına ileteceğim” diyerek, TBMM’den ayrılıyor.

AKP kökenli meclis başkanlarının bir alışkanlık haline getirdiği temel ilkeleri sulandırma girişimleri, bu kez hiçbir yerden tepki görmedi. Medya yine kulağının üzerine yattı ya da bu durum hiç dikkatini çekmedi. Ancak şunu belirtmek gerekir ki Toptan’ın Türk Milleti adına, altına girdiği taahhüt hiç de adil değil. Yunan hükümetlerinin saçma sapan gerekçelerle ilan ettiği sözde soykırım uydurmalarından vazgeçmesi karşılığında, Ege’deki Türk hak ve menfaatlerinin korunmasını teminen ilan edilmiş bir tavrın ortadan kaldırılması yönündeki bu ciddiyetsiz tutumun, neye göre ve nasıl belirlendiği ise belirsiz.

Kuşkusuz bu tartışmalar ne ilktir, ne de son olacaktır. Bunun en önemli son örnekleri Kerpe Adası açıklarında düşürülen savaş uçağımız ve Karamanlis’in Türkiye ziyareti gibi konular olabilir.

Çalışmamızdaki temel yaklaşımımız, Yunan basınının Ege konularına karşı yaklaşımıdır. Böylece, Türk-Yunan ilişkileri hakkında karşı kıyıdaki basının neler yayımladığı ve bu yayımlananların bize göre ne anlamlar taşıdığını belirlemeye çalışacağız. Bu nedenle iletişimimiz tek taraflı da görünse, asıl hedefimiz, okuyucunun kendi tespitini kendisinin yaparak bir sonuca ulaşmasını sağlamak olacaktır.

Tüm bunlardan ayrı olarak geçtiğimiz yıllarda kaybettiğimiz değerli devlet adamları eski Başbakan Bülent Ecevit ve eski Dışişleri Bakanı İsmail Cem ile eski Dışışleri Bakanı Sayın Şükrü Sina Gürel, CHP Bursa Milletvekili (Mülakatın gerçekleştirildiği tarihte CHP Genel Başkan Yardımcısı) Sayın Onur Öymen, Deniz Ulaştırması Eski Genel Müdürü Sayın Ali Kurumahmut , MGK Eski Genel Sekreteri Emekli Orgeneral Tuncer Kılınç ve MHP Ankara Milletvekili ve eski diplomat Deniz Bölükbaşı ile gerçekleştirdiğimiz mülakatlar bir döneme ışık tutacak açıklamaların da kapısını aralıyor.

Çok teknik bilgi ve belgelerle kafaları karıştırmadan, en kolay anlaşılabilecek şekilde bir çalışma yapmaya çalıştık. Bu sayede, yazarından başka kimsenin anlamını bilmediği kelime ve cümleleri kullanmaktan özenle sakındığımızı da ifade etmek isteriz. Ancak, zorunlu hallerde kullanacağımız hemen her türlü yabancı ya da teknik terimin açıklamasını kitabımızda bulabileceksiniz.

Bu çalışmanın ilk baskısından bu yana okuyucuya sunduğu bir de yenilik var. Kitaba ait genel ağ sayfaları (web sitesi)  ile tüm okuyuculara ulaşmak, çalışmaya yeni katkılar sağlayabilmek ve birebir iletişim kurabilmek mümkün olmuş ve böylelikle, yaşayan bir kitap ortaya çıkmıştır. Önümüzdeki dönemde konunun çok sık gündeme geleceği düşünülürse, bunun önemi açıktır. İsteyen okuyucu, www.casusbelli.org adresine girerek kitapta kullanılan/kullanılamayan her birçok bilgi ve belgeye ulaşabileceği gibi, katkılarını yapabilecek, diğer okuyucularla iletişim kurabilecektir.

Bu vesile ile Ege’de Casus Belli’nin ilk baskısı sırasında her türlü yardım ve desteğini esirgemeyen başta Ankara’nın seçkin gazetecilerinden üstadım Mete Belovacıklı olmak üzere, köşelerinde kitabımız ile ilgili onur verici yorumlar yapan Emin Çölaşan, M. Ali Kışlalı ve Saygı Öztürk ağabeylerime, bilimsel katkı ve yol göstericilikleri için Bilkent Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Doç.Dr. Mustafa Kibaroğlu, Araştırmacı-Yazar Ali Kurumahmut ve Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Sertaç Hami Başeren hocalarıma, Ankara’daki muhtelif yardım ve desteklerinden ötürü başta sevgili büyüğüm, ilham kaynağım Lütfi Yelesen ve araştırmacı emekli Bahriyeli Ferruh Evren’e de teşekkür ederim. Bu süreçte beni yalnız bırakmayan ve isimlerini tek tek burada anamadığım tüm dostlarıma da teşekkür borcum bulunmaktadır.

Yarattığım tüm zorluklara katlanan kızım Ecehan Bilge ve değerli eşim Özlem Işıklar’a, hayatımın şekillenmesindeki en büyük emeklerin sahipleri olan Işıklar ailesine, kitabımız için yaptığım www.casusbelli.org adlı internet sitesinin yeniden yapılandırılması ve kitabımızın kapak tasarımı aşamasındaki yardımları için Ali Erkurt’a da minnettar olduğumu belirtmeliyim.

Kitabımızı bir kaynak kitap olarak gören ve öğrencilerine tavsiye eden tüm akademisyen dostlarımıza, çalışmamıza atıflar yapan tüm öğrenci arkadaşlarımız ile çalışmamızı yayınlanmaya değer gören IQ Kültür Sanat Yayıncılık Genel Yayın Yönetmeni Adem Sarıgöl Beyefendiye, her türlü eksiklik hatanın tek sorumlusu olan yazarın görünen hatalarını düzelten Zehra Ünverdi’ye de teşekkürün bir borç olduğu ortadadır.

Tüm bunlardan ayrı olarak; çalışmamızın ikinci baskısı için önsöz yazarak şahsımı tarifsiz bir şekilde onurlandıran, belki de hak etmediğimiz iltifatlarda bulunan çok kıymetli Büyük Türk Devlet Adamı Sayın Rauf Raif Denktaş Beyefendi’ye özel olarak teşekkürlerimi arz etmek isterim. Bu noktada Sayın Cumhurbaşkanımızın değerli çalışma arkadaşlarından Sayın Naci Erçal Beyefendi’nin emeklerini anmadan geçmemiz de mümkün olamaz.

Hakan Cem Işıklar

Şubat 2009