“Harakat Al-Muqawama Al-Islamia” yani HAMAS… Kimine göre direnişçi kimilerine göre terörist…
Fikri yapıları İhvanı Müslimin (Müslüman Kardeşler) temelinde yani Hasan El-Benna, Seyyid Kutub, Mevdudi gibi Anadolu İslam anlayışının çok dışında bir sisteme sahiptir. Vahhabilik temelinden çok ayrı olmayan ancak, tasavvufi bir anlayışın da yekten reddedilmediği anlaşılması güç bir İslami anlayışları mevcuttur. Esasen bu çelişkili anlayış yukarıda saydığımız isimlerin eserlerini okuyan, bilenler tarafından da değerlendirilebilir. Çünkü sosyalizmden Müslüman kardeşlerin günümüzdeki yapısına değin pek çok fikir akımının tesiri altında kalınmış tam bir sentez yapılamadan da olsa belli bir çizgi korunmaya çalışılmıştır.
İşte HAMAS da bu çizgiyi tutturmaya çalışan Filistinli bir örgüt olarak karşımıza çıkıyor. Örgüt bu dünya görüşü çerçevesinde 1987’de lise mezunu ve çocukluk yıllarında felç kalan Şeyh Ahmed Yasin tarafından kuruldu.
1989’da İsrail Askeri Mahkemesi Ahmed Yasin’i tutukladı ve 1991’de ömür boyu hapis cezasına çaptırıldığını açıkladı. Yasin yıllarını hapiste geçirirken örgütün İzzeddin Kasım adlı silahlı kanadı intifadalarda İsrail tarafını epey uğraştırdı. Bir yandan İsrail’e karşı direniş devam etti, bir yandan da siyasi örgütlenme.
1990’da başlayan Körfez Krizi ise HAMAS’ın belki de geleceği için en kritik yılların başlangıcı oldu. Kuveyt’te fizik öğretmenliği okuyan Filistinli Halid Meş’al (Ebu’l-Velid) o dönemde çok sayıda Filistinliyle birlikte o da Kuveyt’i terk etmek zorunda bırakıldı. Ürdün’de HAMAS’ın Siyasi Birimi içinde görev yapmaya başlayan Meş’al, Dr. Musa Ebu Merzuk’un ABD’de tutuklanmasından sonra 1996’da bu birimin başkanlığına seçildi ve o tarihten bu yana da söz konusu birimin başkanlığını sürdürüyor.
Bugün 50 yaşında olan Meş’al’e bu süreç içinde defalarca suikast girişiminde bulunuldu. İsrail devletinin kontrolünde uygulamaya konulan bu girişimlerin en ciddisi 25 Eylül 1997’de Ürdün’de gerçekleşti. Silah yerine solunum organlarına zararlı zehirli bir madde saçan cihazın kullanıldığı saldırıdan Meş’al, ağır şekilde etkilendi. Uzun süre tedavi altında kaldı. Suikastçileri yakalayan Ürdün Hükümeti ise, İsrail ile pazarlıklar yaparak, Şeyh Ahmed Yasin’in bırakılması karşılığında ve bir iddiaya göre de Meş’al’e uygulanan zehirin panzehirini aldıktan sonra suikastçileri İsrail’e teslim etti.
Bu olaylarla yıldızları iyice parlayan Yasin ve Meş’al Filistin’deki halkın gözünde daha da yüceldi. Filistin’de olayların ardı arkası kesilmedi. HAMAS’ın da silahlı saldırıları, özellikle de intihar komandoları epey ses getirdi. Bu saldırılar Filistin halkının bir bölümü üzerinde sempati bile oluşturdu. Ancak süreç böyle işlerken İsrail’in durumdan rahatsız olması Ürdün’ü HAMAS konusunda razı ederek HAMAS’ın Amman’daki bürosunu kapattı ve hareketin siyasi kanadını temsil eden dört liderini sürgün etti. Halid Meş’al, Dr. Musa Ebu Merzuk, Muhammed Nezzal, İbrahim Goşe Ürdün’ü terk etmeye zorlandı ve Meş’al de Suriye’ye sığındı.
29 Eylül 2000’de Aksa İntifadası’nın lideri Şeyh Ahmed Yasin de İsrail tarafından 22 Mart 2004’te Gazze’ye yönelik düzenlenen hava saldırısında öldürüldü.
Kısaca özetlemeye çalıştığım bu gelişmelerin Filistin’deki yankılanması ise belki de El-Fetih’in her geçen gün biraz daha güç kaybetmesine neden oluyordu. Zaten her türlü hırsızlık ve uğursuzluğun görülebildiği bir teşkilat haline gelen ve Yaser Arafat’ın duruma göre hal tarzı belirleme siyaseti Filistinlilerin kafasını iyice karıştırdı. Ebu Ammar yani Arafat’a verilen destek gün geçtikçe azaldı.
Bu arada HAMAS da boş durmadı. El-Fetih’teki bu kirlenmeyi her vesile ile siyasetine araç yaparak zor ve düşkün durumdaki Filistinlilere yardım elini uzattı. Kimi zaman doktorluk yaptılar, kimi zaman kumanya dağıttılar kimi zaman da beynini yıkadıkları kadın ve gençlere bombaları bağlayarak sade İsrail vatandaşlarını katlettiler. Filistin’deki belirsizlik ortamında, bu gibi faaliyetler halk tarafından hemen ilgi çekti. Hem yardımsever hem de savaşçı bir örgüt olarak gördüler HAMAS’ı. Özellikle Arafat gibi ikide bir siyaset değiştirmediler. Sürekli İsrail karşıtı fikirleri savundular ve bu görüşlerinin de bugüne kadar arkasında durdular.
1994’te yayımladıkları bir bildiri ile HAMAS İsrail ile bir barış ortamı kurulabilmesi için ön şartlarını sıralıyor;
— İsrail’in işgal ettiği topraklardan tamamen çekilmesi,
— Yahudi yerleşim bölgelerinin yıkılması ve Yahudi yerleşimcilerin silahsızlandırılması,
— 1948 ve 1967 savaşlarında işgal edilen topraklara yeşil hat çekilmesi ve bu hatta uluslar arası bir gücün yerleştirilmesi,
— Filistin halkının temsil edildiği eşit ve adil seçimlerin düzenlenmesi,
— Halkın geleceğinin belirleneceği anlaşmalara seçimle işbaşına gelecek bir konseyin imza atması.
Görüldüğü gibi HAMAS hiç en azından görünürdeki fikri yapısını değiştirmeden bugüne kadar geldi. Siyasetini İsrail’in varlığının sona erdirilmesi temelinde şekillendirse de en az bizim kadar iyi biliyorlar ki bu hayalî düşünce, ülkülerine doğru yürüdükleri yolda her şeyin en fazlasını koparabilme siyasetinden başka da bir şey değildi.
İşte bu HAMAS’ın siyasi lideri Halid Meşal önderliğindeki heyet, 16 Şubat perşembe günü Ankara’yı ziyaret etti. Bu ziyaret de epey ses getirdi. Heyet Türkiye’ye geldiğinden itibaren bir davet krizi yaşandı. Sanki Dışişleri’nin hiç haberi yokmuş gibi ziyaret önce AKP’nin daveti olarak lanse edildi. Ama ortaya çıkan tepkiler bu saçma siyaseti izleyen Erdoğan ve Gül’ü tutuşturdu. Sonuçta Dışişleri iki ayarı yazılı açıklama yaparak HAMAS heyetini üzerinden atmaya çalıştı ama beceremedi. Tam ziyaretin suçu AKP’nin üzerine kalacakken, yapılan olağanüstü bir zekâ manevrasıyla durum kurtuldu. Ya da bu zekâ sahipleri öyle zannetti.
Böylesine bir temasın, görüşmenin AKP’nin genel merkezinde gerçekleştiği bilinirken görüşmelerden sonra açıklama yapacak olan HAMAS heyetine gösterilen yer çok ilginç olmuştu. Zeki bir AKP’li “aman HAMAS bizim ampulün önünde konuşmasın da biz de destek olduğumuzu çaktırmayalım” diyerek toplantı salonundaki ampulün üstünü kapatıyor. O da yetmiyor kürsüdeki ampulü de kapatıyor, Meşal ve arkadaşları ampulün görünmediği o salonda açıklamalarını yapıyor. Daha sonra da Akif Gülle çıkıp “efendim biz ampul değiştirdik” diyerek milleti keriz yerine koymaya kalkıyor. Herkes biliyor ki o fondaki ampul değişse de kürsüdeki değişmedi. Peki, kürsüyü niye kapattınız? Utancınızdan mı yoksa 3 yıldır dış politikada yaptığınız rezilliklerden mi diye de kimse sormadı.
Ahlaksızlığın boyutları inkâr ve yalanla devam derken eski defterler de artık çok çabuk sararıp tarihe karışıyor anlaşılan. Çünkü bu AKP aynı işi daha önce de yapmıştı. Tayyip efendinin yakın arkadaşı Karamanlis’in ricalarıyla bu ülkeye Rum kesimindeki Türk düşmanı DISI partisi bile çağırılmıştı. Kıbrıs Türklerine yaşam hakkı tanınmasını engelleyen en önemli siyasi hareketlerden biri olan DISI’yi bile AKP’ye çağıran Tayyip Bey, HAMAS geldiğinde ampulünü örttüğünü nasıl unutabilecek? Hadi bunları da geçtim, peki bu HAMASçıların masraflarını neden devlet karşıladı kardeşim? Bu nasıl bir kıvırtmadır bu nasıl bir siyaset ahlakıdır?
Neyse ki Yapılan görüşmelere Başbakan katılmadı. HAMAS heyetiyle önce Siyasi ve Hukuk İşlerinden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Dengir Mir Mehmet beyefendi ve Dışişleri Bakanı Abdullah Gül beyler görüştü. Sanki böylece, işlenen suç hafifletildi. Gül kendini ağırdan sattı satmasına da ağabeyi Tayyip efendi’nin iki kuruşluk dallamaların önünde diz çöktüğü günler de aklımıza gelmedi değil. Belki de iktidarda olunmasa böyle bir saadet zinciri kurulmuş da olabilir di ne dersiniz?
Neyse geçelim bu faslı… Sözümona bu görüşmelerde Türk siyasetinin dış politika uzmanları Gül ve Fırat beyefendiler Meşal gibi bir “yeni yetmeye” engin tecrübelerini aktardı. Bunların en ilginci de HAMAS’ın İsrail’i tanıması ve silahsızlanması yönündeki “telkinler” oldu. Ama bu telkinler İsrail’den HAMAS-AKP görüşmesine tepkiyi engellemedi. İsrail Dışişleri Bakanı Tzipi Livni, Türkiye’nin tutumunun uluslararası toplumun aldığı kararlara ters düşeceğini belirterek, davetin kabul edilmesinin yanlış olduğunu söyledi. Livni ile görüşen Abdullah Gül ise, uluslararası toplumun kararlarıyla örtüştüklerini, Ortadoğu’daki barış sürecine katkıda bulunmak için çabalayacakları açıklamasında bulundu.
Bunun da ötesinde İsrail Başbakanlık Sözcüsü Ra’anan Gissin ise Türkiye’yle hem ekonomik hem politik anlamda ilişkilerin kuvvetli olduğunu ve bu durumun ilişkileri bozmayacağını belirtmesinin ardından, görüşmeleri onaylamadıklarını bildirdi. Ve bu açıklamanın en can alıcı yanı ise PKK ile HAMAS’ın bir tutulması oldu. Türk Dışişleri peki bu duruma karşı ne yaptı? Birkaç yazılı açıklama ile durum düzeltilmeye çalışılsa da düşülen bu durumdan kurtulmak yine ABD’nin müdahalesi ile mümkün oldu. Türkiye ile İsrail arasındaki ilişkiler gerilirken bundan en çok rahatsız olan ABD de AKP’nin HAMAS kabulünün bilgileri doğrultusunda gerçekleştiğini ve görüşmelerde dünya kamuoyunun görüşlerinin Türkiye tarafından HAMAS’a aktarıldığı ifade edildi. Böylece İsrail tarafı yatışta ve AKP’nin zekâ sahibi yöneticileri de durumu kurtarmış oldu.
Böylesine acemice bir girişimle Ortadoğu’da arabulucu olmaya kalkan zihniyetin ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi’nin en önemli piyonu haline geldikleri için göbek atanlar olduğunu bir kez daha hatırlatmak gerekir. Utanmadan ve sıkılmadan Türkiye’yi peyk durumunda tutmaya çalışan bu sözde idareciler, sahiplerinin talimatları olmadan hangi adımı ne zaman attılar? Bugüne kadar nerede ve nasıl arabulucu oldular? Arabulucu ne demektir bilirler mi? KKTC’yi bir iki ufak menfaat için gözden çıkarmayı büyük bir siyaset olarak benimseyenlerin, böylesine önemli bir yerde inisiyatif kullanabilmeleri mümkün mü? Bilen varsa söylesin…
Hakan Cem Işıklar