Neredeyse 1 yıldır bu ülkede yeni bir “Ergenekon Efsanesi” yaratılmaya çalışılıyor bizzat AKP iktidarı tarafından. Bin yıllar öncesine dayanan bir Türk efsanesi, iktidar ve onun yalakalarının diline pelesenk olmuş, belli kesimi zan altında bırakmak için adeta bir silaha dönüştürülmüştür.
Önce, kaynağı bile henüz kesinleşmemiş el bombaları bulunuyor İstanbul’un Ümraniye ilçesindeki bir evde. Sonra da, Danıştay’a düzenlenen kanlı baskın ile ilişkilendirilip de bir türlü içeri alınamayan isimler, bu olayın ardından adeta cadı avına çıkılmışçasına gözaltına alınıp, birer birer tutuklanıyor.
Arada iktidar sahipleri hiç de boş durmuyor. Haklarında AKP medyasının hazırladıkları hariç aylarca iddianame bile hazırlanamamış zanlıları önce çete, sonra terör örgütü mensubu olarak takdim ediyorlar.
Hatta ve hatta iktidarın başındaki zat, bir konuşmasında söz konusu şahısların Danıştay saldırısı ile bağlantılı olabileceğini bile iddia ediyor. Danıştay davası sonuçlandı. Saldırgan cezasını buldu. Mahkeme, iktidarın başının yaptığı “ihbarı” hiç de dikkate almadı nedense. Demek ki delil yoktu. Yani, “efendi” yine bol keseden sallamıştı.
Maalesef bu duruma pek dikkat çekilmedi.
Şemdinli’deki PKK tezgâhına, adını karıştırıp da resmen harcamaya çalıştıkları dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı’na azgın köpek gibi saldıranlar, “Tayyip Beyleri”nin bu ve benzer suçlamaları için hiç ses çıkaramadı. Yüzsüzlükte sınır tanımadıklarını ise, Danıştay kararı açıklandıktan sonra bile davayı, kendilerinin “Ergenekon” adını verdikleri sözde terör örgütüne bağlamaya devam etmeleri ile bir kez daha gösterdiler.
AKP medyasının bu konudaki canhıraş gayretlerinin hakkını vermek gerek! Demokrasi perdesinin arkasına saklanıp, kendilerince “darbeci” olan zanlılara yönelik türlü suçlamaları hala gündeme getiriyorlar. Hatta savcılık da her ne tesadüf ise, isim verilerek yapılan yayınlardan sonra gidip hedefe yerleştirilen isimleri tek tek topluyor.
Ve tüm bunlar, Türk yargısının içler acısı durumunu ortaya koyarcasına yargı safhasındaki bir davaya yönelik oluyor, hem de “sözde yayın yasağı” bulunmasına rağmen.
Şimdi merak ettiğim şey şu; tutuklanan 50’ye yakın kişiden eğer bazıları serbest kalırsa, beraat ederse, hâkim ve savcılığa soyunan zat-ı muhteremler bu kez ne konuşacak? Ne yazacak? Hiç yüzleri kızaracak mı? Bugüne kadar göremediğimiz ar duyguları kabarıp da “biz hata yapmışız” diyebilecekler mi? Hele terör örgütü dedikleri oluşuma dair herhangi bir şey çıkmazsa ne olacak?
Ergenek-on olmazsa Ergenek-onbir mi olacak yoksa? Bu davanın verdiği görüntü, mağdur edebiyatı ile kamuoyunu uyutup, takiyye kervanını yürütmekten öte bir şey değil.
Neyse, benim niyetim işin hukuki boyutunu zorlamak değil. Hukuku zorlayarak bir noktaya varılamayacağını bilmemiz gerekir. Bu noktada belki hukuk kendini zorluyor, belki de hukuk birileri tarafından zorlanıyor. Herkesin malumu olan AKP kadrolaşmasının adli kurumları etkileyemeyeceği iddiasında bulunup da gülünç duruma düşmek istemiyorum elbette. Ama kadrolaşma çabalarına rağmen hala ayakta kalmayı başaran yasalar, canlı birer varlık olmasalar da, adeta Türkiye Cumhuriyeti’nin birer koruyucusudur.
Tabii beni yine de gülünç olmakla suçlayabilecek okurlarımız olabilir. Onlar bana AKP’nin iktidarı ele geçirdiği günden bu yana yaptığı yasal düzenlemeleri hatırlatabilir, AB ve içerdeki işbirlikçileri tarafından yapılan dayatmalar ile gündeme getirilen Vakıflar Yasasını, Türklüğe hakarete ceza öngören 301 için döndürülen dolapları yüzüme çarpabilirler, haklıdırlar da. Ama ben umudumu tüm bunlara rağmen yitirmiş değilim.
AKP’YE KAPATMA DAVASI
Türkiye işte böyle bir süreçten geçerken, bir Türban meselesi çıkıyor karşımıza. Hemen arkasından da AKP’ye kapatma davası.
Türbanın kime dolanacağını daha önce yazmıştık. Dolandı da zaten.
Kapatma davası da kritik bir konu. Aslına bakarsanız kapatma davasından ziyade, beni içeriği ilgilendiriyor. Beklemediğim bir gelişme olmamakla birlikte, iddianamede çok daha değişik belge, bilgi ve bunlara bağlı suçlamalar olabileceğini de düşünüyordum. Ve belki de olmalıydı.
Mesela yürütme ve yasama gücünü neredeyse tamamıyla elinde tutan bir hükümetin insanlarımızın canına kasteden teröre karşı yıllarca kılını bile kıpırdatmamış olması bence çok önemli bir suçlama olabilirdi. Daha yeni yaşadığımız bir rezalet vardı ki; çocuklarımıza bile gelecekte açıklamakta zorluk çekeceğimiz bir konu. Terör örgütü PKK’yı desteklediği “toprağın altındaki solucanlar tarafından bile bilinen” (Telif hakkı Org. Büyükanıt’a ait…) bir çete reisinin, bölücü peşmerge elebaşının, Atatürk’ün Çankaya Köşkü’nde, Irak’ın devlet başkanı sıfatıyla krallar gibi ağırlanması. Bu bile tek başına ek iddianame oluşturabilirdi belki de.
Bugün Türkiye’de bazı kesimlerin menfaatlerini koruyabilmek adına mevcut AKP düzeninin devamı için tezgâhladığı saçma sapan “sağduyu” söylemlerine ne demeli peki?
Gerginlik diyorlar. Peki, nedir bu gerginlik hiç düşündünüz mü acaba?
AKP’ye laiklik karşıtı eylemlerin odağı olma suçlaması ile açılan kapatma davası mı gerginlik sebebi? Değil tabii.
Bu ülkeyi geren BOP eşbaşkanlığıdır, teröre müsamaha göstermektir, Kıbrıs’ın AB’ye satılmasıdır, AKP kadrolaşmasıdır, milletin öz varlıklarının “hile-i şer’iyeler” ile yabancılara peşkeş çekilmesidir, yolsuzluklar-uğursuzluklardır…
Yani dava dosyasında eksik olanlardır… Belgeleri de ziyadesiyle mevcuttur…
Hakan Cem Işıklar